Gerçekten üç günde yaşantıma üç yıl eklendi diyebilirim. Nasıl mı? Anlatmaya başlayalım;

Melih’le (Ömür) ilk kez konuyu konuşmamız Eylül ayının başına rastlıyordu. Melih bana Ekim başında Mehmet Erem’in teknesi LOTUS’u Bodrum Marinadan alıp Çeşme’ye getirip getiremeyeceğimizi sordu. Kadere bak ki aynı tarihlerde arkadaşımın ortağı olduğu Papa Joe adındaki lüks yelkenlisi ile, eğer müşterisi olmazsa o hafta sonu üç aile (1-4 Ekim) yine Bodrum’dan 4 günlük bir kaçamak yapacaktık. Ancak tekneye son 4 günde müşteri çıkınca ve teknenin günlüğü 3-5 bin Euroya kiralık olunca, para bir kez daha bizi satın aldı ve program yattı. Böyle olunca zaten randevu vermediğim bu 4 gün bir anda boşa düştü. Melih’e uçak biletlerini Perşembe gününe almasını ve Bodrum’a gidebileceğimizi söyledim. Ama itiraf etmeliyim ki, önce Melih ve benim dışında birisinin daha teknede olacağını düşünmüştüm.

Geçen sene yine aynı tarihlerde Levent ve Sami ile (lise sınıf arkadaşım Levent) “CORE” adındaki teknelerini Çeşme’den alıp 4 kişi İstanbul Kalamış Marinaya getirmiştik. Gerçi rüzgar yoktu ve çok sakin bir havada yelken açamadan sürekli motorla yol alarak seyretmiştik, ama yine çok güzel bir duyguydu denizde olmak ve gece seyri.

1 Ekim Perşembe saat 15.00 de uçakla Bodrum’a indik ve 16.30 gibi de LOTUS’un bordasındaydık. Niyetimiz o gece Galatasaray ve Fenerbahçe’nin UEFA kupası maçlarını izlemek ve suyumuzu doldurup sabah 06.00 gibi yakıt ikmalimizi yapıp yola çıkmaktı, ancak o gece Marina yetkililerinden aldığımız sürpriz bir haberle hareketimizin 09.30 dan önce olamayacağını, çünkü yakıt ikmalinin ancak saat 09.00 dan itibaren mümkün olduğunu öğrendik. Suyumuzu gece doldurduk, alış-verişimizi yaptık, ama yakıt için sabahı bekledik.

Bu arada zaten hafta içinde takip ettiğimiz gibi, marinadan aldığımız son hava raporunda da iki gün boyunca rüzgarın güney-güneybatı yönünden orta şiddette eseceği, dalga yüksekliğinin maksimum 2-4 metre olabileceği bilgisini aldık. Yani her şey böyle bir yolculuk ve yelken için müthiş uygun görünüyordu.

Sabah 10.00 gibi motorinimizi aldık ve motor seyriyle yola çıktık. Akyarlar ve Turgutreis’i de geçtikten sonra rüzgar kendini hissettirmeye başladı. Rota kuzeybatı yönünde devam ettik ve yola çıktıktan yaklaşık bir saat sonra Cenovayı açtık ve güneybatıdan esen apaz rüzgarla yelkenimizi doldurarak motorsuz saatte 4-4,5 nm ile yol almaya başladık. Ancak tam bu sırada maalesef GPS’ imizin pili bitti (Tedbirsizlik) ve saatte var olan GPS ile yolumuzu tayin ettik. Hızımızı LOTUS’un hız ölçeri ile tam ölçemiyorduk, çünkü sürat arttıkça alet daha fazla saçmalamaya başlıyor ve 4 nm ile giderken 6 nm., 6 nm ile giderken de 10 nm. gösteriyordu, muhtemelen teknenin altında su borusunda bir kirlenme vardı veya ters akıntı etkiliydi.

Melih ile kaptanlığı çok güzel paylaştık, o diplomalı kaptan, ben ise alaylı yardımcısı. Böylece ikinci uzun tekne yolculuğumda miçoluktan 2. kaptanlığa terfi etmiştim. Ama itiraf etmeliyim ki, dümen çoğu kez bendeydi. Bu arada yekeli bir tekne ile dümenli bir tekne arasında idare açısından bayağı bir fark olduğunu anladım. Geçen sene gittiğimiz “CORE” dümenliydi ve otomatik pilot vardı ve iş çok kolaydı. Ama “LOTUS” da yeke bayağı zor kumanda edilebiliyor. Yekenin otomatik pilot teşkilatı ise çok hassas olamıyor. Bu nedenle yeke başında olmak hem çok zevkli, hem de bayağı yorucuydu.

İlk gün yelken açtığımız saat 11.00 den itibaren koy giriş çıkışları hariç hemen her yerde yolumuza yelken ile devam ettik. Birinci gün deniz oldukça sakin ve dalgasızdı, rüzgarda ana yelkeni de açtık ve yine güneybatı yan rüzgarıyla hafif yatmış vaziyette ortalama 6-8 nm. ile çok güzel bir yolculuk yaptık. Arada burnumuzu rüzgara kaptırdığımız da oluyordu, ama sonunda ince çizgide ve dikkatli gitmeyi de öğrendik. İki kez tramola atarak yolumuzu biraz uzattık ama zevkimize zevk kattık diyebilirim, bu konuda Melih’i biraz zorladığımı söyleyebilirim.

Melih hedef adamı, hedefi koyuyor ve oraya gitmek için plan yapıyor, rüzgarı ikinci plana atıyor (GİDECEĞİ LİMANI BİLMEYEN GEMİYE HİÇBİR RÜZGARDAN HAYIR GELMEZ.) diye düşünüyor ve obsesyonunu her şeye rağmen benim isteğimle bastırıyor ve beni mutlu etmeye çalışıyor, her zamanki gibi.

Ben ise yelken için rüzgarı sonuna kadar kullanmak taraftarıyım, (RÜZGAR SENİ NEREYE GÖTÜRÜRSE ORAYA GİT, AMA ÖNEMLİSİ GİTTİĞİN YERDEN VE YOLDAN ZEVK ALMAYA BAK!) ve o nedenle hedef ikinci planda, rüzgar ve yelken birinci. Netice de ikimizin de müthiş zevk aldığı tartışılmaz. Hele yolculuğumuza yaklaşık 50 dakika eşlik eden ve bize müthiş bir şov yapan yunus sürüsü ile zevk doruğa ulaştı. Yaklaşık 10-15 yunus çevremizde atladı zıpladı, altımızdan geçti, bize eşlik etti, eskortluk etti. Harikaydı, sonradan niye yanlarına atlamadık diye de çok hayıflandık, acaba bizimle yüzerler miydi? Bazen insan saçmalıyor. Ben de insanım ve saçmaladım; yunusların metal sesine daha çok gelecekleri gibi yanlış bir bilgim vardı, metale vurmam ve gürültüyle birlikte o harika yaratıklar teknemizin çevresinden çil yavrusu gibi dağıldılar ve yolculuk boyunca da bir daha görülmediler. Heyhat!!!

O gün dingin ve harika bir yolculuk sonrası Leros Adası Alinda koyuna saat 17.30 gibi girdik ve önce koyda bir tur attık. Korunaklı bir limandı, bizden başka üç tekne daha vardı, onlara bakarak teknemizi örnek bir şekilde demirledik. Bot ile sahile çıktık, kafede ev yapımı beyaz bir şarap içtik. Ancak bir gece önce biraz yorgun olduğumuz için yemeğimizi erken yemeğe ve uyumaya sabah da erken kalkmaya karar verdik. Yemek benim için domuz dönerdi, Melih içinse tavuk ızgara. Ancak oturduğumuz kafeteryadaki garson kızın bizimle Türkçe konuşması ilginç bir sürprizdi. Bulgar asıllı kız Türkiye de de bulunmuş. Bulgarca, Türkçe, Almanca ve Yunanca konuşabilen çok sevimli bir garson kızdı. İsmini sormayı unuttuk… Leros çok güzel ufak bir ada, tüm yapılar eski bakımlı ve orijinal, betonarme yok denecek kadar az. Bankadan supermarkete kadar her türlü şey var. Leros’dan GPS için pil de aldık ve yarın için rahatladık.

Sabah saat 07.00 gibi uyandık, hava yine çok güzeldi, güneş yeni doğuyordu. Önce kahvaltıyı da burada yapalım diye düşündük ama sonra rüzgarı kaçırmamak için vazgeçerek bir başka koya gitmek üzere yola koyulduk, motorla koydan çıktıktan sonra dalgalı ve rüzgarlı bir denizle karşılaştık. Rüzgar düne göre daha şiddetli, deniz ise bayağı dalgalıydı. Bu kez sadece Cenovayı açtık, ana yelkeni böyle bir rüzgar ve dalgada açmaya cesaret edemedik, direği kırabileceğimizi düşündük. Çok kısa bir süre ayı bacağı denedik ama riski görünce vazgeçtik.

İkinci günkü seyrimiz daha zor, ama çok da zevkliydi. Artık sadece rüzgarı değil, dalgaları da kolluyorduk ve rotamızı ona göre ayarlıyorduk. Yer yer dalga boyu 4-5 metrelere varabiliyordu. Ama hızımız da zaman zaman 8-9 nm. yi bulabiliyordu, üstelik sadece Cenovayla. Sabah kahvaltımızı yapmak ve biraz da gezmek, görmek için Leros adasının kuzeyinde Partheni koyunda limana girdik. Burası koy girişinde birçok balık çiftliğinin olduğu ve içeride bir çekek yeri ve büyük gemilerin de yanaşabildiği bir limanı olan küçük bir yerleşim merkeziydi. Bir palamara bağlanarak sabah kahvaltımızı yaptık, ve çok sevimli bir yer olmadığı için daha sonra hemen çıktık ve yola devam ettik.Öğleyin yemek molası için Patmos adasının güney-batısında yer alan geniş bir koya girdik de ama rüzgar bizi o kadar şiddetli savuruyordu ki ancak makarnamızı yedik ve hızla o koydan uzaklaştık. Oysa orada denize de girmeyi planlamış ve hayal etmiştik.

İkinci gecemizi İkeria adasında Kirykos limanında geçirmeyi planlamıştık ve öngörümüze göre oraya varışımız çok geç olmayacaktı, saat 19.00 gibi orada olmayı planlıyorduk. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve saat 19.00 da ancak boğazdan geçip Foumi adası limanına varabilmiştik. Yine zik zaklar çizerek, tramolalar atarak seyretmiştik. Malum hem dalga hem rüzgar yolu biraz zorlaştırdı. Limana girdiğimizde önce tekneyi kıçtan kara bağlamak için bir yer baktık, daha çok balıkçı tekneleri vardı. Ancak tüm yerlerin balıkçı teknelerine ait olduğu konusunda uyarılınca, Alman bayraklı bir katamaranın yanına gittik ve ona demirlediği yerin bize de uygun olup olmadığını sorduk ve tam yanına 4 metreye demirleyecekken limandan bizi çağırdılar ve evraklarımız olup olmadığını sordular, biz de olmadığını ama kısa süre kalıp yolumuza saat 04.00 gibi devam edeceğimizi söyledik. Görevli olduğunu söyleyen bir şahıs bu şekilde nasıl buraya geldiğimizi ve asla duramayacağımızı söyleyerek bizi yolumuza devam etmek konusunda zorladı. Ben de bunun üzerine Melih’e yürü yavrum gidiyoruz, ilk hedef Alaçatı Marina dedim. Alman yatçıdan aldığımız hava durumu tahmini yarın rüzgarın hafif şiddette olacağı ve kuzeye döneceğiydi. Zorlu bir gece bizi bekliyordu, hazır güneyden esen bir rüzgar varken yelkenle yola devam edebilirdik. Saat 19.30 gibi hava kararırdı ve biz Fournoi (Foumi) den ayrıldık, yine cenova ile ve dalgalarla yol alıyorduk. Hava parçalı bulutluydu ve dolunay vardı. Ay ara sıra bulutlar arasından yüzünü gösterdiğinde etrafımız bayağı aydınlanıyordu, bunun dışında ise zifiri bir karanlık vardı, kendi ışıklarımız dışında bir ışık yoktu. Rotamızı yaptığım hesaplara göre 335 derece kuzey-doğuya hedeflemiştik. Daha sonra Melih Mehmet Erem’le yaptığı görüşme ile bunu doğruladı biraz daha kuzeye kayarak 350-360 a kadar çıktık. Dalgalar gittikçe irileşmişti, rüzgar da artık biraz daha serin esiyordu. Dalga ile aynı zamanda rüzgarı hesaplamak ve yelkeni doldurmak gittikçe zor olmaya başlamıştı. Saat 24.00 de yekeyi Melih’e devredip, ben uyumaya gittim. Melih tek başına battaniyeye sarınarak 01.45 e kadar devam etti, sonra ben uyandım ve tekrar yekeye geçtim, bu kez Melih dinlenmeye çekildi. Ortalama hızımız 6-6,5 nmildi. Saat 03.00 gibi çok uzaklarda Alaçatı’nın rüzgar santralarının ışıklarını gördük. Ve 03.45 gibi sahile daha yaklaşınca tramola atarak kayan rotamızdan şimdi hafif kuzey batıya 2-3 mil seyrettik ve Alaçatı limanı koyunun girişine geldik. Orada Melih’i uyandırdım ve cenovayı topladık, motorla seyretmeye başladık. Çok sığ olduğu için bir gözümüz derinlik ölçerde, rüzgar altında seyrediyorduk. Derinlik kimi yerlerde 4 metre olabiliyordu. Korkarak ve koyu tam ortalayarak marina ağzına kadar ilerledik, Melih bu arada marinayı telefon ile arayarak bizi karşılamalarını istedi. Ve saat 04.00 gibi marinada çekek yerinin önüne (Marinada o saatte boş yer yoktu) rüzgar altında biraz acemice ve bottaki arkadaşın yardımlarıyla tekneyi bağladık. Tahmin ediyorum ki, çocuk bizim gibi acemiliği her hallerinden belli iki kişinin gecenin bu saatinde, böyle bir havada nasıl geldiğimize çok şaşırdı. Ertesi sabah tekneyi marinaya çeker ve yanaştırırken de aynı şaşkınlığı bir kez daha yaşadığına adım gibi eminim.

Açık denizde canavarız, ama demirlerken ve bağlanırken tam bir acemi olduğumuz ve daha çok deneyimin edinmemiz gerektiği kesin. Onu da öğreneceğiz….

Geride arızalı olabilecek bir otomatik pilot bırakarak ve tekneyi temizleyerek tekneyi, terk ettik.

Yorumlar

Popüler Yayınlar